Hybris
Yetkinin kötüye, kendi çıkarların için kullanılması ve kişinin ayrıcalıklarını koruma hırsı eski Yunanda hybris olarak isimlendirilmişti. Tüm eski Yunan Tiyatrosunda, Homer ‘in destanlarında Shakespeare ‘in Hamlet inde ana tema hybristir. Hybris Tiranları yani zorbaları doğurur. Tiranlar diğer insanları sömürür ve köleleştirirler. Özgürlüğü seçmek, tiranlarla yani zorbalarla savaşmak zor bir yoldur. Ama bu yolu seçilmedikçe insanlar özgürlüklerini kaybetmeye mahkûm olacaklardır. Bu hep böyle olmuştur. Yunanlılar demokrasilerini, Romalılar Cumhuriyetlerini tiranlara teslim etmişlerdir. Atatürk’ün bize armağan ettiği cumhuriyet tiranlığa karşı her zaman tehdit altında kalmıştır. Zorbalıkla yani tiranla savaşılabilir mi bugün biraz bundan bahsetmek istiyorum.
Eski Yunan'da da yöneticiler seçim ile seçilirdi, ancak bu seçim kura ile olurdu. Klasik Atina demokrasisinde devlet görevlilerinin önemli bir bölümü kura (sortition, Yunanca: kleros) ile belirlenirdi. Bu uygulama, Antik Yunan’ın demokrasi anlayışının merkezinde yer alır ve günümüz temsili demokrasilerinden oldukça farklı bir mantığa dayanır. Temel düşünce: Demokrasi eşit siyasal katılım anlamına gelirdir. Atinalılara göre demokrasi: Herkesin yönetme ve yönetilme ihtimaline sahip olması, servet, soy, hitabet yeteneği ya da popülerliğin, siyaseti tekelleştirmemesi anlamına geliyordu. Bu yüzden: Seçim yani oylama aristokratik bir yöntem kura ise gerçek anlamda demokrasi olarak kabul ediliyordu Aristoteles’in ünlü ifadesi bunu çok net özetler: “Kura demokrasinin, seçim ise aristokrasinin özelliğidir” (Politika). Kura makinesi: (Kleroterion) Atinalılar kurayı “rastgele ama güvenilir” hale getirmek için geliştirdikleri özel bir taş cihazdır: Üzerinde vatandaş isimlerinin yer aldığı yuvalar vardır. Cihaza yan taraftan siyah ve beyaz taşlar atılır, beyaz taş seçildi Siyah taş elendi anlamına gelirdi. Böyle bir sistemde tüm vatandaşların yönetici konumunda çalışmaya hazır olması gerekiyordu. Bu da bir eğitimi gerektiriyordu. Eğitim yeri de eski Yunan'da tiyatrolardı. Her vatandaşın özellikle festival zamanlarında düzenlenen tiyatrolara katılması zorunluydu. Bu tiyatrolarda da öğretilen temel konu veya oyunların temel konusu hybris idi. Festival tiyatrolarına katılım fiilen zorunluydu. Maddi durumu olmayanlara devlet theorikon adıyla tiyatro parası verirdi. Çünkü “Bir yurttaş bu dersleri kaçırmamalıydı” Aiskhylos, Sophokles, Euripides’in oyunlarında farklı hikâyeler anlatılır ama tek ana mesaj vardır “Güç, ölçüyle kullanılmazsa felakete dönüşür”. Örneğin Sophocles'in Odypius'unda, Odypius Delphi Tapınağı'na gider ve Delphi Tapınağı'nda, Rahip, ona babasını öldüreceğini ve annesiyle evleneceğini söyler. Delphi Tapınağında, Odypius'un karşısında çok iyi bildiğimiz bir yazı yazılıdır “Kendini bil”. Odypius basit bir yol kavgasında hırsının kurbanı olup karşıdaki kişiyi öldürür. Bilmediğin öldürdüğünün kral ve yine babası olmasıdır. Yine Odypius ülkesinin kralı olabilmek için eski kraliçeyle evlenir ve evlendiği kadın esasında annesidir. Eski Yunan da en büyük suçlardan biri bilmeden bile olsa aileden birini öldürmek ve ensest ilişkidir. Kendini bilmeden hırs ile kurulan iktidar tüm toplumu etkiler sefalet ve hastalık tüm şehri sefil eder. Yani tiranın hybrisi halkları felaketlere sürükler. Homeros’un İlyada’sında, bir kadın ve liderlerin hırsı, iki toplumu büyük bir savaşa sürükler. Aiskhylos’un Oresteia üçlemesinde (Agamemnon, Choëphoroi, Eumenides) kral Agamemnon, orduları toplayıp sefere çıkmak ister; ancak rüzgâr yoktur. Sanki tanrılar bu savaşı istememektedir. Agamemnon’un hırsı aklının önüne geçer ve kızını Tanrılara kurban eder, rüzgar yelkenleri doldurur, hemen biteceği düşünülen savaş on yıl sürer. Savaş sonrası Agamemnon, zaferle ülkesine döner; fakat karısı bunu unutmamıştır. Vatan toprağına ayak basması engellenir, yollara kırmızı halılar serilir. Kendi sarayına girdiğinde ise karısı tarafından katledilir.
Roma’da da diktatörlük karşısında Cumhuriyet kaybedilmiştir. Demokrasinin sonunu getiren figür olan Julius Sezar’ı herkes bilir. Ancak dönemin Roma’sında Sezar kadar tanınan önemli bir siyasal figür, Cato Minor (Cato) olmuştur. Cato, Roma Cumhuriyeti’nin: hukukunu geleneklerini (mos maiorum) ve sınırlı iktidar ilkesini ısrarla savunmuş; Sezar’ın kişisel gücünü ve diktatörlüğe giden yolunu açıkça eleştirmiştir. Bugün Sezar adı iktidar ve zaferle anılırken, o zamanlarda Cato ilkelerinden vazgeçmeyen cumhuriyetçi erdemin simgesi olarak hatırlanırdı. Bu yönüyle Roma’da demokrasi, yalnızca bir kişi tarafından zorla yıkılmamış; ilkelerini savunanların yenilgisiyle tarih sahnesinden çekilmiştir. Cato, yalnızca Sezar’ın iktidarına karşı çıkmakla kalmamış; onun uzlaşma ve bağışlama adı altında kendisine sunduğu cömert teklifleri, ilkelerine aykırı bulduğu için bilinçli olarak reddetmişti. Sezar’ın kendisini hayatta tutarak: esir konumuna düşüreceğini, ardından Roma halkını ikna etmek için kendi kişisel itibarını kullanacağını fark ettiğinde, Cato artık kendi siyasî mücadelesinin sona erdiği anlaşılmıştır. Bu noktada Cato, yaşamını sürdürmenin değil, ilkelerini korumanın daha ağır bastığı bir tercih yapmıştır. Kendi hayatına son vermesi, bir kaçış değil; Sezar’ın mutlak iktidarına karşı son ve geri dönülmez bir siyasal reddiye, Cumhuriyet değerlerine bağlılığın trajik ama bilinçli bir ifadesi olmuştur. Cato gibi ilkelere sıkı sıkıya bağlı siyasetçiler, hybris karşısında duran en güçlü ahlâkî engelleri temsil ederler. Kişisel iktidar tutkusunun, hukukun ve cumhuriyetçi erdemin önüne geçtiği anlarda, bu tür figürler gücün doğal düşmanı hâline gelir. Cicero da benzer bir kaderi paylaşmıştır. O da Marcus Antonius’a karşı, hukuku ve Cumhuriyet’in geleneklerini savunmaya çalışmış, hitabetiyle, yazılarıyla ve siyasal duruşuyla iktidarın bir tiranın eline geçmesini engellemek istemiştir. Ancak hybris ile beslenen güç, ikna edilemediği yerde susturmayı seçer. Bu nedenle Cato ile aynı son onun içinde kaçınılmaz olmuştur.
Cicero, hybris ile mücadelede yaşlılığın ve tecrübenin önemine özellikle vurgu yapar. Ona göre ölçüsüz cesaret ve aceleci kahramanlık, gençliğin doğal eğilimidir; oysa devletleri ayakta tutan şey, yaşın öğrettiği ölçü ve sabırdır. Bu düşüncesini açıklarken Cicero, Roma tarihinden çarpıcı bir örnek verir. Kartacalı komutan Hannibal, Roma topraklarına girmiş, ordusunun büyük bir bölümünü kaybetmiş olmasına rağmen Roma’nın kapılarına kadar dayanmıştır. Genç ve hırslı Romalı komutanlar, Hannibal’ı kesin bir meydan savaşında yenebileceklerine inanarak onunla doğrudan çatışmaya girmiş; ancak her defasında yenilgiye uğramışlardır. Bu başarısızlıkların ardından Roma senatosu, son çare olarak en yaşlı ve en tecrübeli komutanlardan biri olan Fabius Maximus’u görevlendirir. Maximus, Hannibal’la asla doğrudan bir savaşa girmez. Bunun yerine onun etrafında dolaşır, ikmal yollarını keser, hareket alanını daraltır ve onu yıpratır. Savaşacak fırsat bulamayan Hannibal, giderek gücünü kaybeder ve sonunda Roma topraklarını terk etmek zorunda kalır. Fabius Maximus’un Hannibal’a karşı uyguladığı bu akıllı, sabırlı ve ölçülü strateji, tarihe “Fabian stratejisi” (Fabianism / Fabian Strategy) olarak geçmiştir. Bu yaklaşım, düşmanı doğrudan ve ani bir meydan savaşında yenmeye çalışmak yerine; onu yıpratmayı, kaynaklarını tüketmeyi ve zamanın baskısı altında güçsüz bırakmayı amaçlar. Fabian stratejisinin temel ilkesi şudur: Hybrise karşı acele değil, ölçü; saldırganlık değil, sabır kazanır. Bu kavram yalnızca askerî alanda kalmamış, siyasal düşünceye de ilham vermiştir. 19. yüzyıl sonlarında İngiltere’de kurulan Fabian Society (Fabian Cemiyeti), adını doğrudan Fabius Maximus’tan almıştır. Bu hareket, toplumsal ve siyasal değişimin ani devrimlerle değil, yavaş, planlı ve reformist adımlarla gerçekleşmesi gerektiğini savunmuş; böylece “Fabianizm” kavramı askerî bir stratejiden siyasal bir yönteme dönüşmüştür. Aynı yaklaşım askerî tarihte başka örneklerle de doğrulanır. Napolyon’un 1812 Rusya seferinde, Rus ordusu doğrudan büyük bir meydan savaşına girmekten kaçınmış; geri çekilerek, ikmal hatlarını yok ederek ve zamanı kendi lehine kullanarak Napolyon’u yıpratmıştır. Sonuçta Fransız ordusu, savaşarak değil, tükenerek yenilmiştir. Bu yöntem, modern tarihçiler tarafından sıklıkla Fabian stratejisinin klasik bir uygulaması olarak değerlendirilir. Böylece Fabius Maximus’un Hannibal’a karşı geliştirdiği ölçülü taktik hem askerî hem siyasal tarihte şu kalıcı dersi bırakmıştır: Her zafer saldırıyla değil; bazen bekleyerek, direnerek ve sınırlarını bilerek kazanılır.
Platon’a göre tiranlık, yalnızca kötü bir yönetim biçimi değil; insan ruhunun düşebileceği en derin ahlâkî çöküştür. Devlet’te; Tiran, tutkularının kölesi hâline gelmiş, ölçüyü tamamen yitirmiş ve başkalarına hükmederken aslında kendini yok etmiş kişidir. Platon’un ahiret tasavvurunda, insanlar işledikleri kötülüklerin karşılığında, bugünkü anlamda cehenneme benzetilebilecek bir cezalandırma sürecinden geçerler. Ancak bu ceza çoğu ruh için kalıcı değildir. Ruhlar, cezalarını çektikten sonra arınır ve yeniden bedenlenerek dünyaya geri dönerler. Ceza, intikam için değil; ruhun eğitimi ve düzeltilmesi içindir. Fakat Platon’a göre istisnai bir grup vardır: Tiranlar. Tiran ruhu, adaletsizliği alışkanlık hâline getirmiştir. Gücü, korkuyu ve şiddeti yalnızca bir araç olarak değil, varoluş biçimi olarak benimsemiştir. Bu nedenle Platon, Gorgias ve Devlet’te tiranların ruhlarının iyileşemez olduğunu söyler. Onlar için ceza, geçici bir arınma değil; geri dönüşü olmayan bir mahkûmiyettir. Bu yüzden tiranlar, cehenneme girip geri dönemeyen ruhlar olarak betimlenir. Platon’un uyarısı burada bitmez ve asıl sarsıcı nokta, tiranlık, yalnızca “başkalarının” düşeceği bir hâl değildir. Her insan ruhu, tutkularına teslim olduğunda tiranlığa doğru kayabilir. Gücü eline geçiren, sınırlarını unutan ve kendini ölçüsüzce merkeze koyan herkes, potansiyel bir tirandır. Bu yüzden Platon’un mesajı şudur “Herkes cehennemden geçebilir; ama Tiran olan, oradan geri dönemeyebilir”. Bu anlatı, bir ahiret tasvirinden çok, etik ve siyasal bir uyarıdır. Platon, insanı korkutmak için değil; kendini bilmeye zorlamak için bu miti kurar. Çünkü tiranlık, başkalarına yapılan bir kötülükten önce, ruhun kendi kendine yaptığı en büyük kötülüktür. Platon’a göre hybris, yalnızca bireysel bir ahlâk zaafı değildir; çoğu zaman nesilden nesille aktarılan bir ruh hâlidir. İnsan, içinde doğduğu ailede, şehirde ve siyasal düzende gördüğü ölçüsüzlükleri içselleştirir. Bu nedenle hybris, babadan çocuğa geçen bir miras gibi işler; alışkanlıkla beslenir, eğitimle ya güçlenir ya da zayıflatılır. Platon’un asıl vurgusu şudur; hybris öğrenilir ve bu yüzden onunla mücadele son derece zordur. Tiranlık, bir anda ortaya çıkmaz; uzun bir eğitimsizlik ve ölçüsüzlük zincirinin son halkasıdır. Bu zincir kırılmadığı sürece, hybris hem bireylerde hem de toplumda tekrar tekrar üretilir. İşte tam bu noktada Platon, radikal ama tutarlı bir çözüm önerir: Devletin başına filozof geçmelidir. Platon’un “filozof kral” anlayışı, entelektüel bir elitizim değil; ahlâkî bir zorunluluktur. Çünkü filozof: Gücü arzuladığı için değil, görev olduğu için alır. Kendi çıkarını değil, iyiyi gözetir. Ölçüsüz tutkulara değil, akla (logos) tâbidir. Platon’a göre ancak hakikati seven, ruhunu eğitmiş ve sınırlarını bilen biri, hybrisin baştan çıkarıcılığına direnebilir. Bu nedenle en iyi yönetici, en güçlü olan değil; en az tiranlaşma ihtimali olandır. Platon’un nihai uyarısı açıktır: Eğitimsiz ruh iktidara gelirse, hybris kaçınılmazdır. Hybristen korunmanın tek yolu, gücü bilgi ve erdemle sınırlamaktır. Seneca, genç yaşta İmparator Nero’nun eğitmeni olarak onu Stoacı erdemler doğrultusunda bir filozof-yönetici olarak yetiştirmeye çalışmış; ancak Nero iktidarını pekiştirdikçe bu ideallerden uzaklaşmıştır. Zamanla gözden düşen Seneca, Nero’nun kuşkucu ve zalim yönetimi altında saray entrikalarının hedefi olmuş ve sonunda zorla intihara sürüklenerek hayatını kaybetmiştir. Marcus Aurelius, gerçek anlamda filozof kimliğine sahip tek Roma imparatoru olarak erdemli ve ölçülü bir yönetim sergilemiş; ancak kendi Stoacı ahlâk anlayışına rağmen, dönemin hukuk ve devlet aklı çerçevesinde Hristiyanlara yönelik yargılamaları ve idamları engellememiştir. Platon, filozof-yönetici idealini yalnızca kuramsal düzeyde bırakmamış, yaşamı sırasında bu düşünceyi hayata geçirme fırsatı da aramıştır. Bu amaçla Syracuse’a giderek, oradaki kralı felsefe doğrultusunda eğitmek ve devleti akıl ve erdem temelinde yönetmesine katkı sunmak istemiştir. Ancak bu girişim Platon için hayal kırıklığıyla ve ciddi kişisel risklerle sonuçlanmıştır. Syracuse’daki yönetici, felsefî eğitim almasına rağmen iktidarın dönüştürücü değil, yozlaştırıcı etkisine teslim olmuş, Platon’dan ise kendi iradesine uymayan metinlere onay vermesini talep etmiştir. Platon, tüm çabalarına karşın yöneticinin tiranlıktan vazgeçmediğini görmüş, siyasal baskı ve dostlarının müdahalesi sayesinde zor bela Atina’ya geri dönebilmiştir. Bu deneyim, Platon’un siyaset felsefesinde önemli bir kırılmaya yol açmıştır. Devlet’te idealleştirdiği filozof kral düşüncesinin pratikte ne denli kırılgan olduğunu fark eden Platon, yaşamının son döneminde daha az bilinen ancak son derece gerçekçi olan “Yasalar” adlı eserini kaleme almıştır. Bu eser, erdemli bir yöneticinin varlığına bel bağlamak yerine, tiranlığa karşı asıl güvencenin, bağlayıcı ve üstün bir hukuk sistemi olduğunu savunur. Böylece Platon iktidarı sınırlayan, yöneticiyi de hukuka tâbi kılan bir düzenin özgürlük ve adaletin en güçlü koruyucusu olduğunu ortaya koymuştur. Sonuç olarak görülüyor ki, özgürlüğü belli prensiplere sahip cesur insanlar koruyabilirler. Cesaret ölçülü ve akılcı olur ise mücadelenin başarı şansı artacaktır. İktidar hırsı ve çıkar beklentisi olmaksızın toplumu temsil eden bireylerin hazırladığı, güçler ayrılığı (yasama–yürütme–yargı), fren ve denge mekanizmaları ve bireysel özgürlükleri gözeten temel yasalar, yönetici güçler için bağlayıcı olmalıdır.
KAYNAKÇA
**Antik Yunan – Demokrasi, Hibris ve Tiyatro**
1. **Aristoteles**, *Politika*, çev. Mete Tunçay, Remzi Kitabevi.
“Kura demokrasinin, seçim aristokrasinin özelliğidir” ifadesi; Atina’da kura (sortition) uygulaması.
2. **M. H. Hansen**, *The Athenian Democracy in the Age of Demosthenes*, Blackwell, 1991.
Klasik Atina demokrasisi, kura sistemi, yurttaşlık ve siyasal eşitlik anlayışı.
3. **Josiah Ober**, *Democracy and Knowledge*, Princeton University Press, 2008.
Demokrasi, yurttaş eğitimi ve kamusal aklın oluşumu.
4. **Aiskhylos**, *Oresteia Üçlemesi* (Agamemnon, Choëphoroi, Eumenides).
Hibris, iktidar, kurban ve adalet temaları.
5. **Sophokles**, *Oidipus Tyrannos (Kral Oidipus)*.
“Gnothi seauton” (Kendini bil), hibris ve tiranlığın toplumsal felaketle ilişkisi.
6. **Euripides**, *Bakhalar* ve seçili tragedya metinleri.
Ölçüsüz güç, tanrısal düzen ve insan aklı arasındaki çatışma.
7. **Jean-Pierre Vernant**, *Myth and Tragedy in Ancient Greece*, Zone Books, 1988. Tragedyanın siyasal eğitim işlevi ve hibris kavramının toplumsal anlamı.
8. **Homeros**, *İlyada*. Lider hırsı, onur (timē), öfke (mēnis) ve toplumsal yıkım ilişkisi.
**Roma Cumhuriyeti – Tiranlık, Cumhuriyetçi Erdem ve Direniş**
9. **Plutarkhos**, *Lives* (Caesar, Cato Minor).
Julius Caesar ve Genç Cato karşıtlığı; cumhuriyetçi erdem.
10. **Sallustius**, *Bellum Catilinae*. Roma’da ahlâkî çöküş ve iktidar hırsı.
11. **Cicero**, *De Re Publica* ve *De Officiis*. Cumhuriyetçi erdem, ölçü, hukuk ve yaşlılığın siyasal bilgelikteki rolü.
12. **Adrian Goldsworthy**, *Caesar: Life of a Colossus*, Yale University Press, 2006. Caesar’ın iktidar süreci ve Cumhuriyet’in çözülüşü.
**Fabian Stratejisi ve Ölçülü Direniş**
13. **Plutarkhos**, *Life of Fabius Maximus*. Hannibal’a karşı Fabian stratejisi.
14. **B. H. Liddell Hart**, *Strategy*, Penguin, 1967. Dolaylı yaklaşım, yıpratma ve sabır stratejileri.
15. **A. J. P. Taylor**, *The Struggle for Mastery in Europe*. Fabian stratejisinin modern siyasal ve askerî yansımaları.
16. **Fabian Society**, kuruluş belgeleri ve tarihsel metinler (1884). Fabianizmin siyasal düşünceye aktarımı.
**Platon – Tiranlık, Ruh, Eğitim ve Hukuk**
17. **Platon**, *Devlet*, çev. Sabahattin Eyüboğlu – M. Ali Cimcoz, Türkiye İş Bankası Yayınları. Tiran ruhu, rejimlerin yozlaşma zinciri, filozof-kral.
18. **Platon**, *Gorgias*. Tiranların iyileşemez ruhları ve ceza anlayışı.
19. **Platon**, *Yasalar*. Kişilerden bağımsız, bağlayıcı hukukun tiranlığa karşı koruyucu rolü.
20. **Julia Annas**, *An Introduction to Plato’s Republic*, Oxford University Press. Platon’un etik ve siyaset felsefesi.
**Roma Stoacılığı – Filozof ve İktidar**
21. **Seneca**, *De Clementia* ve *Epistulae Morales*. Filozof-yönetici ideali ve Nero deneyimi.
22. **Tacitus**, *Annales*. Seneca’nın düşüşü ve Nero dönemi.
23. **Marcus Aurelius**, *Meditationes (Kendime Düşünceler)*. Stoacı ahlâk, iktidar ve sınır bilinci.
24. **Anthony Birley**, *Marcus Aurelius: A Biography*, Routledge. Marcus Aurelius’un yönetimi ve tarihsel bağlam.
**Modern Yorum ve Siyasal Düşünce**
25. **Hannah Arendt**, *On Revolution*. Cumhuriyet, özgürlük ve tiranlık ilişkisi.
26. **Isaiah Berlin**, *Two Concepts of Liberty*. Özgürlük, iktidar ve ahlâkî sınırlar.












